Üniversiteden mezun olur
olmaz evlenmiş, hemen işe girmiş ve işiyle ilgili idealleri olan birçok kadın
gibi ‘çocuk’ düşüncesi bana uzak gelirdi de, ‘büyük lokma ye, büyük söz
konuşma’ atasözünün doğruluğunu bir hayli deneyimlediğim için, dile
getiremezdim. Yani ‘çocuk ‘ demek, işten, güçten elini eteğini çekmek demekti bilinçaltımda.
Gel gör ki; ‘Biyolojik saat’ diye bir şey vardı ve kaderle kesişince yolları,
bebekle tanışma anı 1 saniye bile şaşmazdı. Doğanın kanunuydu. Tek amacı, sadece ayağının üzerindeki yumurtayı, zamanı gelip
yavrusu yumurtadan çıkana kadar (4 ay boyunca , -40 derece soğukta ve hiç yemek
yemeden) korumak olan baba penguen ve yumurtadan çıkacak yavrusuna yiyecek
getirmek için onca yol kateden anne
penguenin fedakarlıkları, yada yumurtaların gelişmesi sırasında (uzun süre beslenmeden ve hareketsiz
durması gereken, bu yüzdende) kasları bozulmaya uğradığı için yumurtladıktan
kısa süre sonra ölen anne mürekkep balıklarının yaşamı, canlıların yaşama amacının
‘neslin devamını sağlamak’ olduğunu kanıtlayan birkaç örnekti sadece.
Hayatına dahil olacağını
öğrendiğin ilk andan itibaren koruyup kollamaya çalıştığın varlığın Allah’ ın
bir lütfu ve emaneti olduğunu, onu en güzel şekilde geleceğe hazırlaman
gerektiğini’’ iyice idrak etmek içinse kucağına almak gerekliymiş meğer…
İşe dönmeme ihtimalini
aklının ucundan bile geçirmeyen ben, bebeğim 2. ayını doldurduğunda işe geri
çağrıldığım için oturup ağlayan yine bendim. Daha küçücüktü ve güvendiğim
emanet edebileceğim kimse yoktu. Tavan yapmış annelik hormonlarımla patronun
karşısına dikilip ‘ya evden çalışırım yada istifa edeceğim’ diyeceğimi
söyleseler inanmazdım.
Sevgili patronum ‘home
ofis’ çalışma isteğime önce mırın kırın etmiş sonra olumlu yanıt vermişti çok
şükür. Oğlum 3.5 yaşına gelene kadar evde çalıştım. Bu benim için büyük şanstı.
Gece gündüz fark etmez, onun uyku saati benim mesai saatimdi. O uyanınca, her
ne işim varsa bırakıp, oyuncak oynuyor, yerlerde yuvarlanıyor, parka gidiyorduk.
Beraber kek kurabiye yapıyor, sohbet ediyor, resim çiziyorduk. Yorucuydu ama
her an şükrettiğim bir olaydı her an bebeğimin yanında olabilmek. Çocuk büyütürken en
büyük amacımız, bulunduğu ortama ayak uydurabilen ‘MUTLU’ bir çocuk olmasıydı
sadece.
3,5 yaşına geldiğinde, yarım
günlük kreş maceralarımız başladı. Rüzgar gibi oradan oraya esen ‘biz’imle
beraber 1 yılı yurtdışında olmak üzere, 4 kreş gördü yavrucak… Şimdi 8’ine
merdiven dayamış ve 2. Sınıf öğrencisi olan oğlumla beraberken, anneliğe dair,
çocuklara dair, dünyaya dair, hala bir şeyler öğreniyorum. Şimdi 6,5 aylık olan
minik bebeğimizi büyütürken de merak ediyorum. Büyük oğlumun, farklı bilgi ve
ilgi alanlarının % kaçı genlerinden % kaçı oynadığımız oyunlar, yaptığımız
faaliyetler, okuduğumuz dergi ve kitaplar, aldığımız oyuncaklar ve sahip olduğu
ortamın onlara kattıkları neler?
National Geographic
Dergisinin bu ay ki sayısını eşim elime tutuşturup, ‘konu tam senlik’ dedi. Her
zaman bilinen bir gerçek olan; bebeğe gösterilen ilginin, sevginin, oyunun ve
görsellerin onun beyin gelişimine katkısı, yapılan bilimsel çalışma
örnekleriyle açıklanıyordu. Okuduklarımdan anladığım, mutlu bir çocuk
yetiştirirken, zekasını maximum düzeyde kullanıp, bu sayede gelecekte bir çok
avantaj sağlayabilecek bireyler yetiştirmek, koşullar dahilinde bizim elimizdeydi.
Çocuğun ne marka giydiğinden, üzerindeki renk uyumundan ziyade, günde kaç kere
göz göze iletişim kurduğumuz, her düşüncesini ilgiyle dinleyip dinlemediğimiz,
hangi oyuncakları alıp, onunla neler oynadığımızdı önemli olan…
Çocuklar, sahip olduğu
mizaca saygı duyularak şekil verilecek oyun hamurları gibi aslında. Onu
sevdikçe, onunla oynadıkça ve onun için zaman harcadıkça, daha güzel şekil
alıyor. Yalnız dikkat etmek gerek. Bu hamurlar, yıllar geçtikçe sertleştiği
için, ileriki yıllarda şekil verme ihtimalimiz zorlaşıyor.
Maalesef çocuk
yetiştirirken bir sürü yanlış yapıyoruz. Bazıları bilerek üstelik.(Yatış
saatinde tutarlı olamamak gibi, zayıfladığını gördüğümüzde ne yiyeceğine ve ne
kadar yiyeceğine karışmak gibi …ve düşünsem benim yaptığım yanlışlardan oluşan,
kocaman bir liste çıkar eminim. ‘İdeal anne, baba olmak mümkün mü?’ bilmiyorum.
Araştırıyorum,
öğrendiklerimi, kendimce yorumlayıp içgüdülerime başvuruyorum ve uygulamaya
geçiyorum. Bunların sonucu da sanırım ‘DENEYİM’ oluyor, ki bu benim paylaşmayı
en çok sevdiğim ve, başkalarından dinlemeyi en çok sevdiğim şey, çünkü teoriyle
pratiği kesiştirmesi zor. Başaranları hayranlıkla dinliyor ve okuyorum. Başarmaya
çalıştıklarımı yazıyorum. Öğrendiklerimi unutmamak için yazıyorum,
başarısızlıklarımı yazıyorum…
Benim gibi çocuk
yetiştirirken sorunlar yaşayan, en iyi çözüm yolunu araştıran ve yaşadığı
sorunlara kendince bazı çözümler bulmuş annelerle buluşabilmek için,
‘Bebeğimle ve çocuğumla eğlenceli
vakit geçirmek istiyorum, iyi bir fikir arıyorum’ diyen annelere fikir
verebilmek, ve onlardan fikir almak için yazıyorum.
Genleri ve kapasitesine
göre zekasını en üst düzeyde kullanabilen çocuk, ‘sevgiye, ilgiye, oyuna....’
doymuş olarak büyütülen, ailesinin minik dahisidir aslında… ‘Minik dahiler’
yetiştirebilmek için ve ‘minik dahilerim’ için yazıyorum….